İki Türk Profesör Labratuvar Ortamında Altın Ürettiler.

muhendisolaltC4B1nC3BCrettiler

Laboratuvarda Altin Yaptilar

HARRY POTTER serisinin ilk filmini izleyenler hatırlar;  Harry ve arkadaslari okulda girilmesi yasak olan üçüncü koridora girerler.  Burada üç başli bir canavarin korudugu “felsefe taşı” saklanmaktadır.  Bu taş sahibine ölumsüzlük ve üstün güçler veren bir taştır. Harry’nin anne ve babasinı öldüren kötü büyücü Voldemort da ‘felsefe tasi’nin pesindedir.  Mistisizme merakli olanlar bu tasin,  gecmisi 2 bin 500 yil öncesine kadar dayanan simya ilminin efsanevi tasi oldugunu bilirler.

Yüzyıllar, bin yıllar boyunca Mezopotamya,  Antik Misir İran,  Hindistan ve Cin’de,  Antik Yunan’da, Roma İmparatorluğu’nda, İslam cografyasinda ve ortaçağdan itibaren 19. yüzyila kadar da Avrupa’da simyaclar hep bu tasi arayıp durdular.  Isaac Newton,  Robert Boyle,  Demokritus,  Razi, ibn haldun, Cabir ibn Hayyan,  Nicolas Flamel,  Platon,  Pitagoras Tales,  Zosimus ve Paracelsus felsefe tasi’ni bulmaya calisan bilindik simyacilardan yalnizca birkaçı ‘Felsefe tasi’  en billinen anlamıyla,  tüm maddeleri altına çeviren ve ölümsüzlük veren tastir,  maddenin en saf hali,  ozüdür.

Simya bir dünüşüm sanatıdır.  Kirli olan,  hasta olanı birçok sureçten gecirerek arınmış ve mukemmel olana dönüştürmeyi amaclar. Simyacılara göre madde hastadır ve iyilestiğinde ortaya altın çıkacaktır. Simyanın,  maddeden altını çıkarma ugraşı,  ezoterik ve tasavvufi baglamda insandaki Tanrı özünün ortaya çıkartilmasina denk gelir.  Bu anlamda ‘felsefe taşı’da mutlak olana kavuşturan bilinç anlamını kazanır. ‘Felsefe taşı’ en guzel ifadesini VITRIOL sözcügünde bulur. VITRIOL Latince bir cümledeki sozcuklerin baş harflerinden oluşmuştur. Bu cümle “Visita Interiora Terrae Rectificando Invenies Occul tum Lapidem”dir ve “Dunyanin derinliklerini ziyaret et gizli tasi bulacaksin” anlamına gelir. Simya dusuncesi aslinda Tanrı’nın birliginden kaynaklanir.  Evreni yaratan Tanrı, Ruh’a çeşitli formlar vermis ve boylelikle madde oluşmuştur;  yani madde Tek olanın farklı görünüşlerinden ibarettir. Simyaci ise bu formların arasında altın olanı arar.  Bu arayış tarih boyunca simyacıların kent meydanlarinda yakılmasıyla bile sonuc hicbir zaman bitmedi.  Yapay Gelisimle Gercek Altın Ancak sonunda insanligin 2 bin 500 yillik rüyasi gerçek oldu.Felsefe taşı bulundu!

Washington Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden iki Türk profesör laboratuvar ortamında altin parçacığı üretmeyi başardı. Ama simyacılarn kutsal metinlerinde geçtiği gibi yakmayan ates, ıslatmayan su ve filozof yumurtasiyla degil,  yapay gelişimle altın üretiyorlar Washington Üniversitesi Genetik Mühendisliği Malzeme Bilimleri ve Muhendislik Merkezi’nin (GEMSEC)  kurucusu ve yöneticisi Prof. Mehmet Sarıkaya ile İstanbul Teknik Üniversitesi (ITÜ) Moleküler Biyoloji ve Genetik Bolum Baskani,  ITÜ Molekuler Biyoloji ve Genetik Arastirmalari Merkezi’nin yöneticisi Prof. Candan Tamerlerin birlikte yürüttüğü çalışma.

Altın Seven PeptitlerÖncelikle bir bardak suyun icine küçük altin parçaçıklar yerleştiriliyor.  Sonra milyarlarca bakterinin ve virüsün bulunduğu ‘virüs kütüphanesi’  dedikleri bölüme geciliyor.  Buradaki virus ve bakterilerin kendilerine has yapılarını oluşturan proteinleri toplanıyor.  Bu proteinlerin de peptit denilen küçük bir kısmı alınıp altın parçacıklı su dolu bardaga atılıyor.  Sonra da milyarlarca peptit icinden bazılarının altını suya tercih ederek altina yapışması bekleniyor.  Beklenen oluyor.  Birkaç yüz tanesi altın parçacıklarına gidip yerleşiyor. Neden acaba? “Bir peptitin altını suya tercih etmesi,  altın molekülünün peptitin boyutlu yapısına uyduğu anlamına geliyor.  Peptit altın molekülünün üzerinde kendini dengede ve rahat hissediyor.  Fayda anlamında bakarsak,  altın parçacığının üzerine yapıştığında ortaya bir enerji çıkıyor ve peptit enerji olarak dengesini sağlıyor ve bu nedenle o maddeye bagımlı hale geliyor, ”  diye cevapliyor Tamerler.  Zaten sudan baska bir seçeneği de yok peptitin. İkisinden birini secmek zorunda,  o da kendisine en uygun olan,  en rahat ettiği yeri seçiyor. işte buna tanıma deniyor.  Bir anlamda hayata tutunmaya çalışıyor.  Peki peptit canlı mı ki buna karar verebiliyor ?  Bu soruyu da Sarıkaya yanıtlıyor: “Can nedir?  Molekül baska bir molekülü tanıyor ve onunla birleşince bir fonksiyon,  bir çıkar elde ediyorsa bu candir iste.  Peptitler de canli.”  Peki bir peptit kendini altının uzerinde dengede hissedip hissetmediğine nasil karar veriyor?  Sarıkaya hemen sandalyesinden kalkip göstererek anlatmaya başlıyor: “Diyelim ben peptitim,  bu sandalye de altın. Ben geliyorum sandalyenin orasina burasina oturuyorum ama turlu rahat edemiyorum Benim üç boyutlu yapma yani vicut şeklime uygun geğil diyelim ki bu sandalye. Diyelim çok şişmanım ve sığamıyorum bu dar sandalyeye. İşte peptitler de üç boyutlu yapılarına uygun yani ergonomik olan yapıyı seçiyorlar oturmak için ya da onu bırak bir kız bu oğlanın elini tutarda ötekininkini tutmaz niye? onun gibi işte…” Bu hareketli anlatımla konu iyice açıklığa kavuşuyor. Eğer vicudumuzda moleküller birbirini aynen bu şekilde tanımasa bir araya gelemeyeceklerinide öğrenmiş oluyoruz. Biyolojinin temeli bu tanıma kavramına dayanıyor işte.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık